Döngü: Doğum ve Ölüm
Işık olmadan bir hayat düşünebilir misiniz?
Güneşin, günlük yer değiştirmesiyle nasıl bir anda karanlığa gömülüyoruz değil mi?
İcat ettiğimiz elektrik ve ışık olmasa büsbütün karanlıkta kalacağız geceleri…
Zifiri karanlık…
Ürkütücü…
İnsanoğlu önce ateşi, sonra hayvan yağı ve urgan kullanarak mum yapmayı öğrendi. Daha sonra gaz bulundu daha modern ışıklar yapıldı. Bu aşamaya kadar dikkat ederseniz hep ateş kullanıldı.
Bilim dünyasının kabul ettiği şekliyle; Elektriğin keşfi sonrası Nicolas Tesla ve Edison tarafından ampul üretildi. Artık ışık ihtiyacı, ateş yerine elektrik ve ampulle karşılanıyordu. (Bana göre elektrik dalgasıyla, hatta kablosuz elektrik ile çalışan ilk ışık kaynağı M.Ö. 3000 li yıllarda mısırlılar tarafından bulundu)
Geceyi gündüze çeviren modern şehirler ışıklar sayesinde oluştu.
İnsanoğlu uyku dışında karanlığa gelemiyor demek doğru olur herhalde, ışık konusunda bu denli bir gelişim gösterdiğine göre.
Sadece gözümüzün önünü aydınlatması için verdiğimiz bu çaba aslında ana ışık kaynağımız olan güneşin sadece bir özelliği…
Güneş olmasa, ısı olmayacak, ışık olmayacak. Fotosentez olmayacak, oksijen olmayacak, bizi çevreleyen yaşam alanımız atmosfer olmayacak…
Bitkiler, hayvanlar, mikro organizmalar, insanlar kısaca ekosistem diye bir şey olmayacak..
Işık hayat demektir diyebilir miyiz o halde?
***
Işığın önemini anlayabilmek adına bu girişten sonra doğum ve ölüm konusuna gelelim.
Doğum dediğimiz mucize; bir var olma, yoktan vara geçiş, doğamızın bize bahşettiği en büyük özellik.
Kuantumun başladığı yer bana göre…
İçinde yaşadığımız ekosistem doğurmak üzerine kurgulanmış, yaratıcı öyle tasarlamış. Vücudumuzdaki bir bakteri de doğurup çoğalabiliyor, insan olarak bizler de doğurup çoğalabiliyoruz.
Bitkiler de hayvanlar da algler de mantarlar da, kısaca tüm organizmalar doğurma üzerine programlı.
Bir insanın ana rahmine düşüş evresinde; milyonlarca sperm hücresi inanılmaz bir çaba ile; doğurma, çoğalma eyleminin başlaması için büyük bir mücadele içine giriyor.
Bu gayretin, böylesine büyük bir mücadelenin sebebi; türün devam etmesi ihtiyacı ya da türünü devam ettirmeye programlı bir sistem olduğu ne kadar açık aslında değil mi?
Tasarımcımız yani yaradan öyle programlamış!
Bu ekosistemin içindeysen, bir sebebi olmalı. Bir faydan olmalı ki sistem doğurmana, çoğalmana müsaade etsin…
Tabii doğru yerde ve doğru zamanda olmak gerekiyor, bunu göz ardı etmemek lazım.
Nasıl ki; vücudumuza bir şekilde sızan ve kendine vücudumuz içinde bir yaşam alanı oluşturan zararlı bir bakterinin çoğalmaması için ilaç kullanıyorsak, ve o bakteri hayatta kalabilmek ve doğurmaya devam edebilmek için direnç gösteriyorsa; her canlı bu doğurma özelliğini yerine getirmek için elinden gelen mücadeleyi verecektir.
Ama bu bakteri bize zarar verdiği ve ona hüküm sürebildiğimiz için üstesinden gelebiliyoruz.
Yani o bakteri doğru zamanda ve doğru yerde değildi, sonu geldiğine göre.
Ölmemek için öldürmek…
Tüm canlılar ışık için yani hayatta kalabilmek için elinden geleni yapıyor. Başaranlar yaşamaya devam ediyor, başaramayanlar mevta…
Her canlının elbette bir ömrü var. Ömrünü tamamladıktan sonra kaçınılmaz an…ölüm. İstersen bin yıl yaşa sonu belli ölüm.
Ben ölümü; “Türün devamlılığı için, zayıf bireyin yerini, yeni ve genç başka bir bireyle yer değiştirmesi” … olarak nitelendiriyorum.
Han hancı misali gibi, seri üretim gibi dünyaya geliyoruz ve aynı düzenle ölüyoruz. Bu döngü sürekli aynı şekilde devam etmekte.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiştim; dünya döngü üzerine kurgulanmış. Yazılımcılar bilir döngü yani loop mantığıyla çalışır bu yazılım sistemleri.
Gezegenlerin yörüngelerinde, hep aynı döngüyle hareket etmesi. Güneşin aynı sistemle doğması ve batması. Fena hesaplar var yukarıda, çözebilen tanrıyı hacklemiş olacaktır düşüncesindeyim.
Bu döngüyü doğum ve ölüm unsurlarına uygularsak nasıl bir sonuç çıkıyor bakalım.
Hani dedik ya dünya döngü üzerine kurulmuştur diye. Bu doğum ve ölüm de aynı döngü. Tek fark; örneğin dünya güneş etrafında hep aynı sürede bir turunu tamamlıyor ki biz buna “bir yıl” ya da 365 gün diyoruz.
Bu sürede turunu tamamlıyor hep aynı sürede.
Hata yaptığı görülmemiş!
Matematik var işin içinde, mühendislik var.
Çok iyi bir mühendis yani yaradan tarafından kurulan kainat dediğimiz bu sistemin mükemmelliği karşısında hayretler içinde kalıyor insan!
– Ama doğum-ölüm olayında aynı döngü yok. Ölen gidiyor…
Sizce soru bu mu olmalı yoksa?;
– Aynı döngüyle yoksa tekrar başa mı dönüyoruz?
Benim buna cevabım; çoklu alemlerden oluşan bir sistemin içindeyiz ve bu alemler arası geçiş yapıp duruyoruz, Ölüm ve Doğum olayları ile…
Bir sperm hücresiyle başlayan bir döngüden bahsediyorum. Aslında ilk ışık, canlının hayatına başlayan o ilk hayat ışığından bahsediyorum.
O sperm hücresi gün geliyor şansı yaver giderse ana rahmine düşüyor. Doğum evresi başlamış oluyor özetle. Anne karnında yaklaşık 9 ay sürecek bir süreç başlayacak.
O sperm taneleri birer ruh aslında. Bu konuya aşağıda değineceğim.
Çoklu alemler dedik ya. Anne karnı yatak yani kendi türündeki canlının doğurmasını sağlayan sisteme sahip. Tıpkı bir insanın dünya yatağında doğması gibi, anne yatağında da aynı ekosistem var ve o zaman o alemde doğum başlıyor ve o alemde bitiyor “döngüden dolayı”.
Yani çocuğun anne karnından çıkışına doğum diyoruz ama bizim aleme doğduğu için “doğdu” diyoruz. O zaman anne karnındaki alemden de ayrıldığı için o alemde “öldü” olması gerekiyor. Yani anne rahmindeki o mercimek tanesi büyüklüğündeki embriyo büyüyerek bir bebeğe dönüşüyor ve 9 ay sonra ölerek o alemden ayrılıyor. Ve bu aleme doğarak gelmiş oluyor.
Bu muhteşem ekosistemin tamamı, hatta kainatı kapsayan o mutlak irade, kısaca insanın aklının almadığı bu muhteşem sistemin aynısı anne karnında da var diyebilir miyiz?
Anneler tanrıdır diyebiliriz o zaman.
Her insanın annesi onun tanrısıdır bana göre.
An dediğimiz aleme yani dünyamıza doğum olayından sonra; bu alemin zaman akışına göre yaklaşık 100 yıllık bir yaşam insanoğlunu beklemektedir. O alemde 9 ay, bu alemde 100 yıl.
Zamanın alemler arası değişiklik gösterdiğinin kanıtı.
Zaman her alemde farklı akıyor. Bu durum gezegenler arasında da var. Dünya 365 günde bir turunu tamamlarken, Mars 687 dünya günüyle bir turunu tamamlar. Marsta zamanın yaklaşık 2 kat daha yavaş aktığını varsaymak mümkün müdür bilemiyorum?
Aynı zamanda farklı alemler olduğunun kanıtını, bilim insanları; Bizim göremediğimiz, duyamadığımız frekanslarda yaşam formları var, bunları ölçebiliyoruz diyorlar. İletişime geçemezsin, göremezsin duyamazsın, dokunamazsın, hissedemezsin.
Bir kitapta okumuştum, içimi ürperten şöyle bir cümle geçiyordu;
– Odanızda bir ejderhanın gezdiğini bilseydiniz, aklınızı yitirirdiniz!
Bence yatağınızın altını yatmadan önce kontrol ederseniz sizin için iyi olur. İşin şakası bir yana bu durum hemen hemen tüm kadim dinlerde de belirtilmiş. Kuran-ı Kerim’de de diğer ana dinlerin kitaplarında da; alemlerle ilgili onlarca bilgi var.
Kuran-ı Kerim’e bir göz atalım, alemlerle ilgili ne yazıyor?
Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz. ( Zariyat Suresi, 47. Ayet)
Evrenin yapısı yüzyıllardan beri merak konusudur. Pek çok gökbilimci evren hakkında sorulara yanıt aramaktadır. Bu sorulardan biri de evrenin genişleyen bir yapıya sahip olup olmadığıdır. 20. yüzyılda Edwin Hubble, gelişmiş teleskop sayesinde gözlemlediği yıldız kümelerinin hızla birbirinden ayrıldığını fark etmiştir. Böylece genişleyen evren tezi doğrulanmıştır. Kuran-ı Kerim ise bu bilgiyi 1400 yıl önce söylemiştir.
Ey cinler ve insanlar topluluğu, göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Ancak kudretle geçebilirsiniz. (Rahman Suresi, 33. Ayet)
Bu ayet, insanların ve cinlerin uzayın derinliklerine gidebilme girişimleri olacağını vurgular. Fakat teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin güneş sistemimizin dışına çıkmak kolay değildir. Bu ayet insanların aciz olduğunu ve Allah-ü Teala’nın kudreti olmadan hiçbir şey yapamayacağımızı açıkça gösterir.
Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler. (Nahl Suresi, 49. Ayet)
Bu ayette meleklerin ayrı yazılması bize göklerde yaşayan başka canlıların da olduğunu anlatmaktadır.
O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)’ın yaratmasında hiçbir çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? (Mülk Suresi, 3. Ayet)
Allah göğü yedi kat şeklinde yaratmıştır. Bilim gökte yedi katmanın olduğunu doğrulamıştır. 7 kat gökler tabiri ise Troposfer, stratosfer, ozonosfer, mezosfer, termosfer, iyonosfer ve ekzosfer tabakalarını kapsar.
Battığı sırada yıldıza andolsun ki… (Necm Suresi, 1. Ayeti)
Necm kelimesinin anlamı Ülker yıldızı anlamına gelir. Bu surenin pek çok yorumu bulunur. Süddi’ye göre bu yıldız Zühre (Çoban Yıldızı = Venüs) yıldızı anlamına gelir. Ayet yıldızların hareketlerine dikkat çeker.
Diğer kutsal kitaplarda da bunlara benzeyen ya da tıpatıp aynı bilgiler var.
Bilimde “Paralel Evrenler” teoremi var.
Bence bilim dünyası kutsal kitaplardaki kadim bilgileri kuantum boyuntunda irdelediğinde, bunu bilimsel bir metoda döktüklerinde; kainatın sırrını çözebileceklerdir.
Hal böyleyken başka alemler olduğunu artık idrak edebilmemiz gerekiyor.
“Döngü” ye geri dönelim…
İnsan an dediğimiz bu dünyada yaşadıktan sonra ölüm sürecine girdiğinde, aslında şu bahsettiğimiz döngünün sonuna gelmiş oluyor. Yani içindeki ışık sönüyor, ruhu bedenini terkediyor.
Peki o ruh nereye gidiyor? Yukarıda bahsetmiştik, o ruh yani ışık tekrar bir sperm hücresinin içinde sürecin başına mı dönüyor sizce yoksa, insanın ölüm evresi döngünün sonu değil mi?
Tevrat hariç diğer üç kutsal kitapta ahir zaman inancı yani, ölümden sonra bizi sonsuz bir hayatın beklediği inancı vardır. Dünyadan sonraki alem diyelim.
İlginçtir, Tevrat bunu kabul etmez. Öbür dünya dediğimiz durum yok o kitapta. Dünyada yaşar ölür gidersin inancı hakim.
Bu alemde ölünce döngü henüz bitmemiş gibi gözüküyor. Ölüm esnasında inanılan, ruhun bedeni terk etmesi, yeni bir aleme geçmesi ve orada dünya alemine göre daha uzun bir sürecin başladığını kutsal kitaplardan biliyoruz. 9 ay, 100 yıl oldu tam olarak 11,11 kat. 100 yılda aynı matematikle 1.111 yıllık ya da daha uzun yaşanılabilen bir alem.
Sorgu alemi…
Bu alemin de sonuna gelindiğinde, aynı döngü devam mı ediyor yani o ruh başka bir aleme mi geçiyor yoksa sperm hücresi olarak döngünün başına mı dönüyor işte orasını bu sistemi tasarlayan yüce yaratıcı biliyor sadece…
Şimdilik…
Bahadır Eren
Diğer yazılarım için; www.bahadireren.com.tr